
köprü kulelerinden birisinin hemen altında gördük bu yazıyı, geldiğimizin ertesi günü.
ne başlangıcıydı gezimizin burası, ne de sonu...
ama taşın üzerine yazılmış ve köprüden geçenlerin görebileceği bir şekilde yerleştirilmiş olan bu yazı, peşine düştüğümüz, biz tarafından yaşanmamış olsa da, aklımızdan çıkmayan anıların özeti gibiydi.
93'ü unutma!
katliamın altına atılan imza gibiydi, mostar köprüsünün yıkılışı...
her şeye rağmen, güzel olanın yaşatılma çabasıydı, aynısının, hep birlikte, yeniden yapılışı...
dubrovnik'ten bindiğimiz otobüs, bir süre adriyatik kıyılarında yol aldıktan sonra, dağların içinden gelip denizle buluşan bir nehri takip ederek, buraya kadar getirdi bizi.
akşamüzeri karanlığında şehrin içinde yol alırken etraftaki yıkıntıların sebeplerini düşünüyoruz...
otobüs garajının hemen yakınındaki bir pansiyona yerleşip üzerimizdeki o ana fazla eşyalardan kurtulduktan sonra dışarıya atıyoruz kendimizi...
burada olmanın keyfi, burada yaşanmışlıkların hüznüne eşlik ediyor sokaklarında dolanırken...
söylenmiş olduğu kadar küçük bir yer olmadığını anlamamız zor olmuyor, yürü yürü bitmiyor sokakları...
nerede olduğumuzu bile bilmeden, kaybolurcasına geziyoruz karanlıkta...
sesiyle bize yön vermek istercesine gürül gürül akan su kanalları, ıslak sokaklarda gezdirerek, varmak istediğimiz yere götürüyor bizi, "mostar köprüsü"ne...
ve benim anlatmak istediğim her şey, bütün bu gezi, sanki tam buradan başlıyor...
mostar'dayız...

(mostar köprüsü)
zagrep'ten başlayarak...
bir önceki tatilde geldiğimiz zagrep, bizi kendisine fazlasıyla hayran bıraktığından, bu sefer de, hiç düşünmeden yine buraya gelmiştik, evimize dönercesine.
bir şehri sevmiş olmanın en belirgin ölçütü, en karlı ve soğuk halleriyle karşılamasına bile hiç aldırış etmemek belki de.
kendi memleketimizde dolaşır gibi dolaşıyoruz, isimlerini çoktan ezberlediğimiz sokaklarında...
bize aitlermiş gibi bir rahatlıkla giriyoruz, kafe ve barlarına...
uzunca bir süreyi, gezi merkezimiz ve yerleşim yerimiz olarak seçtiğimiz zagrep'te geçirdikten sonra, binbir parçaya bölünmüş olan, çocukluğumuzun yugoslavya'sını kendimizce toparlamak niyetiyle, düşüyoruz yollara...
25.01.2009 - 27.01.2009
pek hevesli olmasak da gitmeye, rotamıza uygun düşeceğinden, ilk durağımız split oldu.
yolculuk halinde olmak bile heyecanı sürekli tutuyor.

(zagrep - split yolu)
hırvatistan içindeki ilk otobüs yolculuğumuz bu. şanslıyız ki, en ön koltuklar boş, bizi bekliyor.
küçük kasabalardan, eskiden, çok eskiden yapıldığı belli olan binaların bolca olduğu şehirlerden geçerek denize ve split'e ulaştık.
denizin etrafına kurulmuş, turistik görünümlü bir şehir burası. adriyatik'le de ilk buluşmamız...
yerleştiğimiz pansiyonun sahiplerinin bizi karşılarkenki oldukça sıcak davranışları türk sıfatlandırılışımızı öğrendikten sonra mesafelendi sanki, gibi hissetmemizin dışında olumlu ya da olumsuz farklı bir şeyler bulamadık split'te. kim bilir, belki yaz mevsimindedir buradaki güzel olan, güzel olduğu söylenen her şey, deniz turistlerine yönelik olarak...
bir de söylenmeden geçilemeyecek olan, durmak bilmez yağmurları...

(split)
ikinci günümüzü, yüzlerce adriyatik adasının yakınında olduğumuzu ve gitmezsek ayıp olacağını düşünerek, hvar'da geçirmeyi planladıysak da, feribot saatleriyle uyuşmazlığımız sebebiyle, brac (braç) adasına gidip gelerek geçiriyoruz.
ertesi gün, sonraki durağımız, split'in hemen yanıbaşındaki, yaklaşık yarım saat uzaklığındaki, trogir oluyor.

(trogir)
ortaçağdan kalma bir kasaba olarak tanıtılan ve tanıdığımız trogir, sırılsıklam olmamıza neden olan yağmuruyla karşılıyor bizi.
bir süre kafelerde çay ve kahve eşliğinde dinmesini bekledikten sonra, tarihli sokaklarında yürüyüşe çıkarak, orayı da çekelim, burayı da çekelim fotoğraflamaları eşliğinde hayran hayran dolaştıktan sonra yeni hedefimize yönelmek amacıyla otobüs durağının yolunu tutuyoruz. dubrovnik zamanı...
27.01.2009 - 28.01.2009
dubrovnik'te olmak değil belki ama, oraya ulaşmak için yapılan yolculuk, anlatılır gibi değil...

(dubrovnik yolu)
trogir'den bindiğimiz otobüs tekrar split'ten geçip adriyatik boyunca kıyıdan giderek, sürekli kıvrılan yollarda, yeşillik ve denizle bütünleşmiş onlarca kasaba ve şehirden geçirerek, dubrovnik'e kadar götürüyor bizi...
"manzara yolculuğu" diye bir şey varsa tam da bunu anlatıyor olmalı.
her ne kadar henüz hırvatistan sınırları içerisinde yolculuk ediyor olsak ve yine o sınırlar içerisinde bir yere ulaşacak olsak da, deniz kıyısının bir bölümü bosna-hersek sınırlarında kaldığından, göstermelik bir pasaport kontrolünden geçiyoruz, el sallayarak...
erken batan güneş, karanlık bir dubrovnik'le başbaşa bırakıyor bizi.
bunaltıcı ısrarına sonunda kandığımız, savaş zamanında subay olduğunu ve emekliye ayrıldığını sonradan öğrendiğimiz bir adam, pansiyonuna alıp götürüyor...
eşyalarımızı bıraktıktan ve pansiyon sahiplerinin yaptığı, ve kendilerinin sadece bunu içtiğini söylediği, türk kahvelerimizi içtikten sonra, şehrin eski tarafına, dubrovnik kalesine gidiyoruz...
denizin kıyısına yapılmış ve savaş zamanı sürekli bombalar altında kalmış olan kale, gece karanlığında, sokaklarıyla beraber, oldukça heybetli, gizemli ve biraz da ürkütücü görünüyor.
dar sokaklar, eski yapılar, turistik dükkanlar...
o saatte neredeyse hepsi kapalı.

(dubrovnik kalesi)
gündüz vakti o görkemli halini bulamadık kalenin.
sanki her şey, tamamen tüketim turizmine yönelmiş gibi...
aldırış etmemeye çalışarak kale içi sokaklarında kaybolarak dolaşıyoruz...
sevimli ve daracık sokaklar, merdivenli yollar eşliğinde yukarılara doğru çıkıp kalenin duvarlarına ulaşıyor.
duvarda tesadüfen bulduğumuz, bir kişinin geçebileceği kadar bir aralık, dışarıya, denize doğru inen kayalıklara ulaştırdı bizi, ne mutluyuz şu an, dubrovnik kalesinin önünde, adriyatik'le başbaşayız... uzatıp ayaklarımızı denize girsek fena mı olurdu...

(dubrovnik kalesi)
böyle bir yer, bu insanlar, bu şehir neden bombalanmış ve katledilmiş olabilir?
cevapsız, ya da cevapları bile anlamsız sorularımızı yanımıza katarak, darmadağın olmuş bu yerlerin diğer parçalarına doğru devam ediyoruz yola...
mostar otobüsü az sonra gelecek, bosna-hersek'e bir süre ve birkaç cümle sonra ulaşmış olacağız...
...
zagrep, hırvatistan, 01.02.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder